Ümit Yenişehirli yazdı: Gassal vesilesiyle… Tarihteki ölü ritüelleri
Ümit Yenişehirli, TRT’nin dijital platformu Tabii’de ses getiren Gassal dizisinin ardından mesleğe tarihi bir ışık tuttu. İşte o yazı…
Haber Merkezi
Gassal vesilesiyle… Tarihteki ölü ritüelleri
Ümit Yenişehirli
TRT’nin dijital platformu Tabii’de yayınlanan Gassal dizisi, anaakım dizi sektörüne ezberleri bozan bir içerikle geldi.
Ölüm gibi, modern insanın umarsız bir çabayla günlük hayatından uzaklaştırmaya çalıştığı, uzaklaştırdığını zannettiği bir alanı, mesleği ölü yıkamak olan birisi etrafındaki olay örgüleriyle getirip gündemin ortasına koydu.
ÖLÜLER GERİ GELMESİN DİYE BAL SÜRERLERDİ…
Gassal sözlüklerde, “Arapça ‘ğsl’ kökünden gelen ‘ghasl’ (yıkama) fiilinden türetilmiş ‘ġasala’ (yıkadı) fiiliyle bağlantılı ‘ölü yıkama’ şeklindeki meslek adı. ‘Gusletmek’ de (boy abdesti) aynı kökten gelmekte.” olarak geçiyor.
Gassal, bizim inancımız ve örfümüzde, vefat edene son görevi yapan kişiyi tanımlamak için kullanılmaktaysa da benzer görev ya da görevler silsilesi, dünyanın her tarafında ve tarih boyunca hep var oldu.
Encyclopedia Britannica ve Columbia Encyclopedia’nın “Defin” maddelerinde yer alan bilgilere göre, Mezopotamya toplumlarındaki hurafelerle iç içe geçmiş ölüm fenomeni, hayatını kaybedene yönelik yapılan görevleri de etkilemekteydi. Onların inancına göre, ölüleri uğurlarken iyi davranılmazsa geri gelirler ve herkesi rahatsız ederlerdi.
Bu nedenle de Sümer ve Asur’da gömülecek insanlara güzel kokular sürülür, yanına yiyecekler konulan mezarlarına içki dökülürdü. Asurlular olayı iyice abartmışlardı. Ölülerini ya bal haznelerine koyar ya da buna güç yetiremezlerse bedeni balla sıvarlardı. Sümerlerdeki tuhaf bir gelenek de ölüleri çıplak gömmekti.
Sonraları bunun uygunsuzluğundan rahatsızlık artınca, en güzel giysileri giydirmek yaygınlaşacaktı. Düz, sade, beyaz kefen ise antik Yahudilerle dünya tarihinde görünür olmuştu.
ÖLÜ DUDAĞINA ÖPÜCÜK KONDURMAK
Eski Yunan’daki ölüm ritüeli, öncelikle ölenin gerçekten ölüp ölmediğini anlama çabasıyla başlardı. Onlar, ruhun bedeni bir nefes ya da rüzgâr esintisi gibi terk ettiğine inanıyorlardı. Ölümü teyit etmek için de ağzına iyice yaklaşılır, bazen dudaklarına ayna yaklaştırılarak, buhar izi olup olmadığını kontrol ediyorlardı.
Cenazenin bir yakını da ölümden iyice emin olunca “dudakları mühürlemek” anlayışıyla ölüyü öperdi. Ayrıca cenazenin dudakları arasına para koyma âdeti de yaygındı.
Bu para koyma âdeti ise dünya ile öte âlemi ayıran bir nehir olduğu, bu nehirde de ruhları karşıya geçirme işini yapan “Kayıkçı Charon”a para verilmesi gerektiği inancından kaynaklanıyordu. Para vermezsen ruhun arada kalırdı!
ANTİK YUNAN’DA ÖNCE YAĞLAMA, SONRA YAKMA VARDI
Yunan dünyasında zeytinyağı çok yaygın tüketilen bir gıdaydı. Zeytinyağının gastronomideki bu önemi, insanlar dünyayı terk ederken de geçerliydi. Bu nedenle de ideal bir cenaze töreni için ölüyü zeytinyağıyla mesh etmek şarttı. Sonrasında da bedene en güzel elbiseler giydirilirdi.
Toplumda, gömmeyle beraber yakma da yaygındı. Ortalık bir yerde yüksek bir yatağa konulan beden törenle yakılırdı. Sonrasında aile, beden kalıntılarını toplar, genellikle evlerinin bahçesine ya da ev içine gömülür ya da bir muhafazaya konulurdu. Öte yandan, Hindistan coğrafyasında ise ölen adamın karısını diri diri yakmak da törenin bir parçasıydı.
Antik Yunan’da cenaze törenleri genellikle şafak vakti gerçekleştirilirdi. Bunun nedeni, o devrin zihniyetine göre korkmaya, tiksinmeye yol açan ölümü ve ölüyü olabildiğince günlük hayatın dışındaki bir zaman diliminde tutma eğilimiydi.
ÖLÜ YÜZÜNE MAKYAJ YAPMAK
Antik toplumlarda ölülerle ilgili bir başka tuhaf uygulama makyaj olayıydı. Cenaze levazımatçılarının törenlerle ilgili bir önemli işi de “ölü yüzü pudralamak”tı.
Ölümün kesinleştiğinin belirlenmesinin ardından levazımatçı tüm ciddiyetiyle ölen kişinin yüzünü önce pudralar, sonra da kabiliyetine ve yaygın makyaj modalarına göre suratı süslerdi. Ölen kişiye kozmetik uygulamak, ailelerin maddi durumunun yüksekliğine göre çok gösterişli bir şekle de bürünebilmekteydi.
Aile, cenazeyi “yaşıyormuşçasına” evin içinde bazen oturur vaziyette, hatta yemek masasında, mükellef bir sofraya karşı da tutabilirdi. Bu ritüel, kolayca tahmin edilebilir gerekçelerden dolayı en fazla yedi gün sürdürülürdü.
ÖLEN KİŞİLERİ UNUTMAMAK İÇİN RESİM VE HEYKEL YAPARLARDI
Yunan ve Roma toplumlarında resim ve heykelin çok yaygınlaşmasında ölüleri unutmama anlayışının da etkisi büyüktü.
Aileler, mezarların başına ölülerinin resmini ya da büstünü koyarlardı. Varlıklı kesim tam boy heykeller de yaptırırdı.
İnsanlar daha hayattayken, portre resimlerini yaptırır ya da heykeltraşlar buna göre çalışsınlar diye alçıyla yüz masklarını çıkarttırırlar ya da doğrudan büstlerini yaptırıp bir kenara koyarlardı.
Günümüzde de yaygın olan, mezar etrafına çelenk koyma da ilk kez antik Yunan’da görülen bir âdetti.
KÖLE VE FAKİR CENAZELERİ ÇÖPLÜĞE ATILIRDI
Tam bir sınıfsal toplum olan Yunan ve Roma’da, köle ve dar gelirliler ise insanlık onuruna yakışır bir cenaze töreninden mahrumdular. Yönetim ya da köle sahipleri veya fakirlerin yakınları, cenazeyi alır, törensiz bir şekilde şehir dışındaki çöplüğün bir kenarında oluşturulan bölüme “atarlardı”.
Kimi zaman da çukurlar açılıp, buraya üst üste ve toprak atılmadan bırakılırlardı. Zaman içinde özellikle veba salgınları sırasında bu yöntemin sakıncaları daha da artmaktaydı. Bu arada; Roma’da Tiber, Paris’te de Sen nehri fakir ölülerin “atıldığı” yerler arasındaydı.
Ayrıca suçlular da benzer muameleye maruz kalmaktaydı. Bu arada, köle sahipleri, belediyeye küçük bir ceza ödeme karşılığında isterlerse cenazeyi kapının önüne de bırakabilmekteydiler.
MISIRLI RAHİPLER MUMYALAMAYI AVRUPA’YA GETİRDİ
Eski çağlarda mumyalama da bir ölüm ritüeliydi. Ancak cesedi tahnit, antik Mısır dışında pek bilinen bir yöntem değildi. Gerek Yunan gerekse Roma toplumlarında az da olsa mumyalamanın görülmesi ise Mısırlı rahipler vasıtasıyla olmuştu.
O dönem toplumlarında yaygın bir inanç pratiği olarak birbirlerinden “tanrı ithal etme” alışkanlığıyla kimi Mısır tanrılarına Yunan ve Roma’da da tapınılmaya başlanmıştı.
Bazısı asırları bulan bu geçişlerde başrolde olan rahipler, Mısır’daki tören ve uygulamaları Yunan ve Roma coğrafyasına taşımış, mumyalama da böylece Avrupa’da görülür olmuştu. Ancak bu yöntem yine de çok fazla yaygınlaşmamıştı.
SAÇLARINI YOLAN, BEDENİNİ DÖVEN İNLEME ALAYLARI
Eski devirlerin cenaze törenlerinin önem verilen bir gösterisi de ölen kişinin ölümüne üzülenlerin çok olduğunu görünür kılmaktı. Bunun için “İnleme Alayları” oluşturulur, birçoğu ücret karşılığı tutulan kadınlar, cenaze töreni boyunca saçlarını yollar, elbiselerini yırtar, vücutlarını yumruklardı.
Başlarda gerçekten hafif inlemeler şeklinde başlayan ağıt gösterisi, bazı kadınların eserikli haliyle giderek kontrolden çıkar, çığlıklar ortalığı kaplardı.
Bu törenlerde ayrıca, ücret karşılığı tutulan erkek tiyatrocular, yüzlerinde ağlayan suratları tasvir eden maskelerle kortejde ilerlerlerdi. Zenginlerin cenaze törenlerinde tam teşekküllü bandolar da görev yapardı.
ÖLÜ İÇİN KURBAN EDİLEN DOMUZLARI ÇEKİÇLE ÖLDÜRÜRLERDİ
Geçmiş çağların kimi cenaze törenlerinde, ölen kişinin ruhu için kurban kesme de vardı. Törenin bu kısmı fevkalade vahşi bir şekilde ilerlerdi.
Roma’daki bu uygulamada, mezarın yanına getirilen domuz ya da domuzlar, acımasız bir şekilde çekiçlerle başlarına vura vura kurban edilirdi. Ölen kişi yüksek bir görevde ya da zenginse kurban edilen domuzların sayısı da artardı.
Hayvan öldükten sonra bağırsakları çıkartılır, “kâhin” de bu iç organların şekline bakarak ölen kişinin öbür dünyadaki durumuna ilişkin bir şeyler anlatırdı.
Hayvan, bazen mezarın yanında yakılan bir ateşte pişirilir ve cenazeye katılanlara bir ziyafet verilirdi.